18 Nisan 2024 Perşembe

Mor Gabriel’de Mevlana

Soner Tufan

Beraber Büyüdük Bu Ülkede adlı web sitesinde bir imza kampanyası başlatıldı. Bugün itibariyle imzalayanların sayısı 4900 idi. Ben eminim ki bu rakam on binleri bulacaktır. Bir şekilde Süryanilere yöneltilen bu ayıptan dönülecektir. Bu yazıyı okuyan herkesin, eğer imzalamadılarsa imzalamalarını öneririm.

Evet, 7000 yıldır bu ülkede yaşayan, bu ülke için, “Burası bizim vatanımızdır!” diyen, tüm saldırılara, haksızlığa, gaspa, adaletsizliğe ve her türlü ayrımcılığa maruz kalan Süryanilerdir bugün konuşulması gereken.

Süryaniler İsa Mesih’in konuştuğu dil olan Aramice’ye benzer bir dili konuşurlar. İncil’in en eski ve değerli nüshaları, tarihsel miras Süryanilerdedir.

Süryanilerin ikinci Kudüs’ü olarak bilinen Mardin’de tüm dünyanın gözü önünde pervasız bir haksızlık ve adaletsizlik yaşanıyor.

1600 yıldır Mardin Midyat’ta bulunan Mor Gabriel Manastırı’nın sakinleri olan Süryaniler acı bir kararla yıkılmak istendi. 2008 yılında Kadastro çalışmaları yapılırken Yayvan tepe, Eğlence ve Çandarlı köylerinin muhtarları Mor Gabriel Manastırı’na ait olan 276 dönümlük araziyi Süryanilerin işgal ettiklerini iddia ederek Hazine’ye başvurdular.

Hazine de arazinin kendilerine tescil edilmesi için Midyat Kadastro Mahkemesine tapu tescil davası açtı. Oysa Manastır yetkilileri 1936’da araziler ve manastırla ilgili olarak vakıf beyanında bulunmuştular. 1937’den itibaren günümüze dek (75 yıldır) vergilerini ödediklerinden adaletin kendilerini koruyacaklarına inandılar.

2009 yılında sözü edilen vakıf beyanını ve vergileri ödediklerine dair belgeleri mahkemeye ilettiler. Yerel bilirkişiler arazinin manastıra ait olduğunu, kadimden beri arazinin Mor Gabriel Manastır’ının mülkiyetinde olduğunu söyledi. Yerel mahkeme Manastır yetkililerini haklı buldu.

Ancak Hazine vazgeçmeyip davayı temyize götürdü. Yargıtay 20.Hukuk Dairesi yerel mahkemenin kararını bozdu, tarih 13 Haziran 2012.

Sebep olarak söz konusu vakıf beyanı belgesinin ve vergilerin ödendiğine dair belgelerin sunulmadığını ifade etti. Yani belgeler bir güç tarafından uçurulmuştu. Amaç belliydi, yavaş yavaş vatanına dönmeye başlayan Süryanilere bir sopa göstermek ve onları vatanlarına kabul etmemekti. Çünkü, “Türkiye Türklerindi”

Manastır hemen karar düzeltme talebinde bulunarak 2009’da verdikleri belgeleri yeniden mahkemeye sundu ama reddedildi.

1600 yıldır sahip oldukları, yani bu topraklarda henüz Türkiye Cumhuriyeti bile yokken kadimden beri mülkiyetlerinde olan arazileri Hazine’ye geçti.

Sabro (Umut) gazetesinin sahibi ve Genel Yayın Yönetmeni Tuma Çelik, “Bu işin arkasında devlet vardır” dedi. Mezopotamya’da egemen olmak isteyen güçlerin önce Süryanilere saldırdığını, bu kararın ardında bir kastın bulunduğunu ifade etti.

Prof. Dr. Cengiz Aktar, bu karar ile “Burası bizim de vatanımızdır” diyen Süryanilere devletin verdiği yanıtın, “Bu vatan sizin değil, sizi istemiyoruz.” Anlamına geldiğini vurguladı.

Lakin ruhban okulu nasıl bir oldubittiyle kapatıldıysa, nasıl kırk tane akıllı halen adaletsizlik kuyusuna atılan taşı o bir türlü çıkaramıyorsa, Mor Gabriel’de yapılmak istenen de aynıdır. Şimdi olacağı bellidir, bu dava AİHM’ne gidecektir, hızlı bir şekilde değerlendirilecek ve Türkiye aleyhine sonuçlanacaktır.

AİHM böyle bir karar aldıktan sonra yine de o arazilerin devri ya gerçekleşmeyecek, ya da kırk dereden sular getirilerek, bürokrasinin dehlizlerinde kaybedilmeye çalışılıp geri verilmemesi için her fırsat kullanılacaktır.

Oysa bu vatan hepimizindir, Türklerindir, Kürtlerindir, Ermenilerindir, Süryanilerin, Rumların, Çerkezlerin, Lazların, yani bu topraklarda nefes alan herkesindir.

Bu topraklar saygının, tahammülün, bağrına basmanın, “ne olursan ol gel!” diyen Mevlana’nın yetiştiği hoşgörü topraklarıdır. Lakin Mor Gabriel’de Mevlana yoktur artık.

Neye inanırsa inansın, hangi dili konuşursa konuşsun, kendini nasıl tanımlarsa tanımlasın herkese bağrını açmış, sevgiyle kucaklaşmış engin yürekli Anadolu’dan artık eser kalmamıştır.

Bir bir bu vatanın zenginliklerini bile bile küstürerek, utandırıp kovarak, vatanlarından, evlerinden ederek aslında biz kaybediyoruz. Bizi zenginleştirecek değerleri biz tüketip vatanımızı çoraklaştırarak yoksullaştırıp tek düze bir hale sokarak, kalıba dizerek biz kaybediyoruz.

Her gün gerçeklikten, saygıdan, sevgiden ve demokrasiden uzaklaşıp memleketi ve içinde kalmasını istediğimiz tüm insanları tek tipleştirerek biz kaybediyoruz.

Lakin elimizde o kadar az kaldı ki o zenginliklerden. Yüz yıl önce nüfusun %27’sine denk gelen ve şimdi küçük bir azınlık olarak kalan vatandaşlarımızı bitirmek üzereyiz. Şimdi % 0,2’nin altına düşmüş küçük azınlığa bu yapılır mı?

Göz göre göre bu adaletsizlik gerçekleştirilir mi? İşgalci diyerek açılan davanın bu gün gelinen noktasında kimin işgalci olduğu net olarak ortadadır.

Aklıma kutsal kitap’tan şu öykü geliyor. Davut kraldır, peygamberdir, malı mülkü cariyeleri vardır. Ama bir gün askerleri savaşırken o miskin miskin akşamüstü yatağından kalkıp sarayının camından baktığında bir kadın görür. Kadın Davut’un komutanlarından Hititli Uriya’nın karısı Bat-Şeva’dır. Davut onu getirterek ona sahip olur.

Bat-Şeva gebe kalır. Günahını gizlemek isteyen Davut Uriya’yı çağırır, ne yaptıysa karısının yanına gönderemez, yiğit askerdir, erleri savaş meydanındayken o evinde uyumayacaktır. O zaman Davut Uriya’yı savaşın en çetin bölgesine bilerek sürüp onun ölmesine neden olur.

Yas dönemi bitince Bat-Şeva Davut’un karısı olur. Bu Tanrı’nın hoşuna gitmez. Peygamberi Natan’ı ona gönderir. Natan Davut’a bir hikâye anlatır.

“Bir kentte biri zengin, biri yoksul iki adam vardı. Zengin adamın çok koyun ve sığırı vardı. Yoksul adamın satın alıp beslediği bir kuzusu vardı. Kuzusunu çocuklarıyla beraber büyütür, eliyle besler koynunda uyuturdu, bu kuzu yoksulun kızı gibiydi. Zengin adamın bir gün misafiri geldi, ona yemek hazırlamak için kendi koyunlarından almak yerine yoksulun kuzusunu alıp misafirine yemek yaptı”

Davut çok öfkelenip, “O adam ölümü hak etti, kuzuya karşılık da dört katını ödemeli” dedi. O zaman Natan, “O adam sensin!” dedi.

Davut Rab’be karşı günah işledim, dedi. Tanrı onu bağışladı.

Nedir ki hazine için 276 dönümlük arazi? Kendisinin olmayan, Süryani dilinin yaşatıldığı o Manastırın kadim topraklarını alarak bir halkı küstürmekte, kırmakta ve aslında kabuk bağlayan yarayı yeniden açmaktadır. Umarım bu yanlıştan dönülür, umarım Süryanilerin gönlü alınır.

Yoksa “Ayıptır, yazıktır, günahtır…”

www.twitter.com/sonertufan

Episkopos Kostantin Kayyal ve Arşimandrit Eftimios Fakes İskenderun’da

Lübnan Dağı Peygamber İlyas Patrikhane Manastırı Baş Rahibi Episkopos Kostantin Kayyal ve beraberindeki Arşimandrit Eftimios Fakes, Patrikhanenin...

Altnözü Ortodoks Cemaati, Arşimandrit Corc Yakup’u Konuk Etti

Antakya ve Tüm Doğu Kiliseleri Patrikliği’nin Paskalya Oruç devresinde Hatay ve Mersin bölgesine her hafta bir episkopos...

Arşimandrit Jack Khalil, Samandağ’daki Hristiyanlarla Bir Araya Geldi

Antakya ve Tüm Doğu Kiliseleri Patrikliği’nin Paskalya Oruç devresinde Hatay ve Mersin bölgesine her hafta bir episkopos...

Endonezya’daki Hristiyanların Durumu

Pew Araştırma Merkezi, Endonezya'daki Hristiyanların Durumunu Paylaştı Yaklaşık 275 milyonluk nüfusa sahip olan Endonezya, inanç özgürlüğünü desteklediğini iddia...

Bu haberleri okudunuz mu?Benzer İçerikler
Sizin için önerildi